TEVBE 28 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُواْ
إِنَّمَا
الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ
فَلاَ
يَقْرَبُواْ
الْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ
بَعْدَ
عَامِهِمْ هَـذَا وَإِنْ
خِفْتُمْ
عَيْلَةً
فَسَوْفَ
يُغْنِيكُمُ
اللّهُ مِن
فَضْلِهِ
إِن شَاء
إِنَّ
اللّهَ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
28. Ey iman edenler!
Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra artık onlar
Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse
sizi yakında kendi lütfundan zenginleştirir. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir,
tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:
1- Müşriklerin Pisliği ve islam’a Giren
Kafirin Gusletme Gereği:
2- Müşrikler Mescid-i Haram'a
Yaklaşamazlar:
3- Kafirlerin Mescidlere ve özel olarak
Mescid-i Haram'a Girmelerinin Hükmü:
4- Mescide Girmelerinin Yasaklanışı:
5- Müşriklerin Mescid-i Haram'a
Gelişlerinin Yasaklanışı Fakirliğe Sebep Olarak Görülmemelidir:
6- Rızık ve Rızkı Elde Etmenin
Sebepleri:
7- Herşey Allah'ın Dilemesiyle Olur:
1- Müşriklerin Pisliği
ve islam’a Giren Kafirin Gusletme Gereği:
Yüce Allah'ın: "Ey iman
edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir" buyruğu, mübteda ve haberdir.
İlim adamları
müşriklerin "pislik"le nitelendirilmesinin anlamı hususunda farklı
görüşlere sahiptirler. Katade, Ma'mer b. Raşid ve başkaları, çünkü o cünüptür.
Zira onun cünüplükten yıkanması yıkanma değildir, derler.
İbn Abbas ve başkaları
da derler ki: Hayır, onu pis yapan şirkin kendisidir. Hasan-ı Basrı de der ki:
Bir müşrikle tokalaşan bir kimse abdest alsın.
Bütün görüşler, kafirin
müslüman olması halinde gusletmesinin vacip olması gerektiği doğrultusundadır.
Ancak, İbn Abdilhakem vacib değildir, demektedir. Çünkü İslam kendisinden önce
olan şeyleri yıkar. Ahmed ve Ebu Sevr de, İslam'a giren kafirin gusletmesinin
vacib olduğunu kabul ederler. Şafii ise; vacib olmayıp gusletmesini daha güzel
görürüm, demiştir. İbnü'I-Kasım'ın da buna yakın bir görüşü vardır. Malik'in de
bir görüşüne göre, kafir gusletmeyi bilmez, demiştir. Onun bu görüşünü İbn Vehb
ve İbn Ebi üveys nakletmişlerdir. Sümame ve Kays b. Asım yoluyla gelen hadis ise
bu görüşleri reddetmektedir. Bu iki hadisi de Ebu Hatim el-Busti, Müsned'inin
Sahih'inde rivayet etmiştir. Buna göre Peygamber (s.a.v.) bir gün Sümame'nin
yolundan geçmiş, o da İslam'a girmiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu Ebu
Talha'nın bahçesine göndererek gusletmesini emretmiş. O da gusledip iki rekat
namaz kılmış. Resulullah (s.a.v.) da: "Arkadaşınızın İslam'ı gerçekten
güzelleşmiş bulunuyor" diye buyurmuş. Müslim de bu hadisi bu manada
rivayet etmiştir. Orada şu ifadeler de yer almaktadır: Resulullah (s.a.v.)
Sumame'yi karşılıksız serbest bırakınca, mescide yakın hurma ağaçlarının
bulunduğu bir yere gitmiş ve gusletmiştir. Ayrıca Kays b. Asım'a da sidir
katılmış su ile gusletmesini emretmiştir.
Eğer kafirin İslam'a
girişi, ergenleşmesinden önce ise, gusletmesi müstehaptır. Buluğa erdikten
sonra müslüman olursa, yıkanırken cünüplükten dolayı gusletmeye niyet etmesi
gerekir. Bizim ilim adamlarımızın görüşü budur, mezhebimizden anlaşılan da
budur. Bununla birlikte, İbn Kasım, kafir bir kimsenin kalbiyle İslam'a
inanacak olursa, diliyle açıktan şehadet kelimesini getirmeden önce
gusletmesini caiz kabul etmektedir. Ancak bu, kıyas bakımından zayıf ve
rivayete muhalif bir görüştür. Çünkü herhangi bir kimse sözü ifade etmedikçe
yalnızca niyetle müslüman olmaz. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın imana dair görüşü
budur: İman, dil ile söylenen bir söz, kalp ile tasdiktir, amel ile de
parlaklığı artar. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Güzel söz yalnız
O'na yükselir, onu da salih amel yükseltir': (Fatır, 10)
2- Müşrikler Mescid-i
Haram'a Yaklaşamazlar:
"Onun için ...
artık onlar mescidi harama yaklaşmasınlar" buyruğundaki:
Yaklaşmasınlar" bir nehiy (yasak) dır. Bundan dolayı fiilin sonundan
"nun" harfi hazfedilmiştir. "Mescid-i Haram" ise, bütün
Harem bölgesi hakkında kullanılır. Ata'nın görüşü de budur. Buna göre müşrik
olan bir kimseye bütün Harem bölgesine girme imkanı verilmesi haram olur.
Onlardan bir elçi bize
gelecek olursa, imam onun söylediklerini işitmek üzere Harem dışındaki bölgeye
çıkar. Müşrik bir kişi eğer gizlenerek Harem bölgesine girecek ve orada ölecek
olursa, kabri açılır ve kemikleri o bölgenin dışına çıkartılır. Çünkü onların
orayı vatan edinmek hakları da yoktur, oradan geçiş yapma imkanları da yoktur.
Mekke, Medine, Yemame, Yemen ve Yemen'deki kasabalar olarak bilinen
Ceziretü'I-Arab'a gelince, Malik der ki: Bütün bu yerlerden İslam'dan başka bir
dine sahip olan herkes çıkartılır. Bununla birlikte yolculuk kastıyla buralarda
gidip gelmelerine engel olunmaz. Şafii-Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de böyle
demektedir. Ancak o, Yemen'i bundan istisna etmiştir. Onlara, böyle bir durumda
Ömer (r.a)'ın onları sürgüne gönderdiği vakit tayin ettiği gibi üç günlük bir
süre tayin edilir. Ölülerini orada gömemezler ve Harem bölgesinin dışına çıkmak
zorunda bırakılırlar.
3- Kafirlerin
Mescidlere ve özel olarak Mescid-i Haram'a Girmelerinin Hükmü:
İlim adamları,
kafirlerin mescidlere ve Mescid-i Harama girmeleri hususunda beş ayrı görüşe
sahiptirler. Medineliler derler ki: Ayet-i kerime hem diğer müşrikler hakkında,
hem diğer mescidler hakkında umumidir. Nitekim Ömer b. Abdülaziz de valilerine
bu doğrultuda talimat yazmış ve yazdığı mektubunda da bu ayet-i kerimeyi
(gerekçe olarak) zikretmiştir.
Ayrıca bunu, Yüce
Allah'ın: "Allah'ın yükseltilmelerine ve oralarda kendi adının
yadolunmasına izin vermiş olduğu evlerde ... ''(en-Nür, 36) buyruğu da bunu
desteklemektedir. Kafirlerin mescidlere girmeleri ise onların yükseltilmelerine
aykırıdır.
Müslim'in Sahih'inde ve
başkalarında da şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz ki bu mescidler küçük
abdest bozmaya ve pislik bırakmaya uygun değildir..." Kafir ise bunlardan
uzak kalamaz. Yine Hz. Peygamber: "Ben, ay hali olan bir kadına ve cünüp
olan kimseye mescid (e girmey)'i helal kılmam" diye buyurmuştur. Kafir ise
cünüptür.
Yüce Allah:
"Müşrikler ancak bir pisliktir" buyruğunda, müşrike "pislik
(neces)" adını vermektedir. O bakımdan müşrik bir kimsenin ya bizzat necis
olması söz konusudur, yahut hüküm itibariyle uzaklaştırılması gerekir. Hangisi
olursa olsun, müşrikin mescidden uzak tutulması icabeder. Çünkü
uzaklaştırılmasının illeti (gerekçesi) olan pislik (necislik), müşriklerde
bulunan bir özelliktir. Hürmet (onların oraya girmelerinin yasaklığı ve
saygınlık) da mescidde bulunan bir özelliktir.
(Pis olmak anlamına
gelen) "neces" kelimesinin hem tekili hem çoğulu, hem müennesi hem de
müzekkeri aynı gelir. Tesniyesi ve çoğulu yoktur, çünkü mastardır.
"Nun" harfi esreli, "cim" harfi de sakin olmak üzere
"nics" ise, ancak onunla beraber "rics" kelimesi kullanılırsa
kullanılır. Tek başına kullanılacak olursa, "nun" harfi üstün ve
"cim" harfi esreli "necis", yahut da "cim" harfi
ötreli olmak üzere "necüs" denilir.
Şafii -Allah'ın rahmeti üzerine
olsun- der ki: Ayet-i kerime diğer mescidler hakkında umumi ve Mescid-i Haram
hakkında da hususidir, Müşriklerin diğer mescidlere girmelerine engel olunmaz,
Bu görüşü ile yahudi ve hıristiyan kimsenin sair mescidlere girmesini mübah
kılmaktadır. İbnü'l-Arabi der ki: Bu, onun yalnızca buyruğun zahirinden
anlaşılan çerçevesinde donuklaştığını göstermektedir, Çünkü Yüce Allah'ın:
"Müşrikler ancak bir pisliktir" buyruğu, illetin müşrik olmak ve
necis olmak olduğuna dikkat çekmektedir. Peygamber (s.a.v.) müşrik olduğu halde
Sumame'yi mescide bağlamıştır denilecek olursa, böyle diyene şu cevap verilir:
Bizim ilim adamlarımız, bu hadis hakkında -sahih olmakla birlikte- birkaç türlü
cevap vermişlerdir ki, bunlardan birisi şudur: Bu olay ayet-i kerimenin nüzulünden
önce olmuştur.
İkinci cevap: Peygamber
(s.a.v.) Sumame'nin müslüman olduğunu bildiğinden dolayı onu oraya bağlamıştır,
üçüncü cevap: Bu husus
muayyen bir meseledir. O bakımdan bizim sözünü ettiğimiz delillerin bu gerekçe
ile reddedilmemesi gerekir, Çünkü bu genel bir kaidenin hükmü hakkında sadece
kayıtlayıcı bir özelliğe sahiptir. Şöyle de denilebilir: Hz. Peygamberin onu
mescide bağlaması, müslümanların güzel bir şekilde namaz kıldıklarını ve namaz
için toplandıklarını, onların mesciddeki oturuşlarındaki güzel adaplarını görüp
bunlarla İslam'a ısınması ve müslüman olması içindi. Nitekim de böyle olmuştur.
Şöyle demek de mümkündür: Onların böyle bir kimseyi mescidin dışında
bağlıyabilecekleri bir yerleri yoktu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Ebu Hanife ve
arkadaşları ise derler ki: Yahudilerle hıristiyanların Mescid-i Harama da
başkasına da girmelerine engel olunmaz. Mescid-i Haram'a yalnızca müşrikler ve
puta tapıcıların girmeleri engellenilir. Ancak zikrettiğimiz ayet-i kerime ve
diğer hususlar bu görüşü reddetmektedir. el-Kiya et-Taberi der ki: Zımmi bir
kimsenin Ebu Hanife'ye göre ihtiyacı bulunmaksızın diğer mescidlere girmesi
caizdir. Şafii de; bu hususta ihtiyaç nazarı itibara alınır, der. İhtiyaç
duyulması halinde Mescid-i Harama girmek de caiz olur.
Ata b. Ebi Rebah der ki:
Bütün Harem bölgesi kıbledir ve mesciddir. O bakımdan müşriklerin Harem
bölgesinin içerisine girmelerine engel olunur. Çünkü Yüce Allah: "Bir gece
kulunu Mescid-i Haramdan ... götürenin Şanı ne yücedir" (el-İsra, 1) diye
buyurmaktadır. Hz. Peygamberin İsra'ya götürülmesi ise Um Hani'nin evinden
gerçekleşmişti.
Katade der ki: Mescid-i
Haram'a hiçbir müşrik yaklaşamaz. Ancak cizye ödeyen bir kimse, yahut müslümana
ait kafir bir köle olması hali müstesnadır.
İsmail b. İshak şu
rivayeti nakleder: Bize, Yahya b. Abdulhamid anlattı dedi ki: Bize, Şureyk,
Eş'as'dan anlattı, o, el-Hasen'den, o, Cabir'den, o da Peygamber (s.a.v.)'den
buyurdu ki: "Mescid'e hiçbir müşrik yaklaşamaz. Bir köle yahut bir cariye
olması müstesnadır. O vakit ihtiyacı dolayısıyla oraya girebilir. ''
Cabir b. Abdullah da bu
görüştedir: O der ki: İfadenin geneli müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşmasını
engellemektedir. Ancak, köle ve cariye hakkında tahsis edilmiştir.
4- Mescide
Girmelerinin Yasaklanışı:
"Onun için bu
yıllarından sonra" buyruğu ile ilgili olarak iki görüş vardır: Bir görüş;
sözü geçen yılın Hz. Ebu Bekir'in hac emirliği yaptığı dokuzuncu yıldır, ikinci
görüş ise, onuncu yıldır. Bu görüşü Katade ifade etmiştir.
İbnü'l-Arabi der ki:
Nassın muktezasından anlaşılan ve sahih olan görüş budur. Bunun dokuzuncu yıl
olduğunun söylenmesi hayret edilecek bir şeydir. Çünkü, bu ilanın yapıldığı
yıldır dokuzuncu yıl. Bir kimsenin kölesi onun evine bir gün girecek olup da
efendisi ona: Sen bugünden sonra bu eve girme, diyecek olursa, elbetteki maksat
eve girdiği o gün değildir (ondan sonraki gündür).
5- Müşriklerin
Mescid-i Haram'a Gelişlerinin Yasaklanışı Fakirliğe Sebep Olarak
Görülmemelidir:
"Eğer fakirlikten
korkarsanız" buyruğu ile ilgili olarak Amr b. Faid der ki: Mana; (...):
Fakirlikten korkmuş bulunuyorsunuz, şeklindedir. Ancak, bu yanlış bir
açıklamadır. Çünkü ifadenin anlamı; (...): Eğer ile çok açık bir şekilde
ortadadır.
Müslümanlar müşrikleri
hacca gelmekten alıkoyunca -ki, müşrikler yiyecek ve ticaret malları getirir
gelirlerdi- şeytan mü'minlerin kalplerine fakirlik korkusunu saldı ve: Peki
nereden yaşayıp geçineceğiz dediler. Yüce Allah onlara lütfuyla kendilerini
zengin edeceği vaadinde bulundu. ed-Dahhak der ki: Yüce Allah onlara;
"Allaha ve ahiret gününe iman etmeyen ... lerle kendi elleriyle cizye
verinceye kadar savaşınız" (et-Tevbe, 29) ayeti ile zimmet ehlinden cizye
alma kapısını açtı.
İkrime de der ki: Yüce
Allah bol bol yağmur yağdırmak, bol bitki ve toprağı verimlendirmekle onları
zengin kıldı. Böylelikle (Yemen topraklarından olan) Tebale ve Cureş, bol
mahsul vermeye başladı. Bunlar, Mekke'ye yiyecek şeyleri, yağları ve pek çok
malları taşıyıp getirdiler. Necid, San'a ve bunların dışında kalan Araplar
İslam'a girdiler ve böylelikle hacları ve ticaretleri de kesintisiz olarak
devam edip durdu. Yüce Allah da cihadla ve diğer ümmetlere karşı galibiyet
vermek suretiyle kendi lütfuyla onları zengin kıldı.
(...): Fakirlik demektir.
Bir kimse fakir düştü mü, (...) denilir. Şair de der ki:
"Fakir bilemez ne
zaman zengin olacağını, Zengin de bilemez ne zaman fakir düşeceğini."
Alkame ve İbn Mes'ud'un
ashabından bir başkası; (...): Fakir düşmek şeklinde okumuşturki bu da mastardır.
Öğlen vakti dinlenmek, uykuya çekilmek demek olan; (...) ile "Afiyet"
kelimeleri gibi. Bununla birlikte "fakir düşmek halinden ... "
takdirinde hazfedilmiş bir kelimenin sıfatı olma ihtimali de vardır. Burada bu
kelime zor ve sıkıntılı hal anlamına gelir. İşte bu kökten; "İş bana zor
ve ağır geldi, gelir" denilmektedir. Taberı de, bir kimse fakir düştü mü,
(...) denildiğini nakletmektedir.
6- Rızık ve Rızkı Elde
Etmenin Sebepleri:
Bu ayet-i kerimede
kalbin rızık hususunda sebeplere taalluk etmesinin caiz olduğuna ve bunun
tevekküle aykırı olmadığına delil vardır. Her ne kadar rızık takdir edilmiş ve
Allah'ın emir ve paylaştırması yerini bulacak ise de, Allah rızkı hikmete mebni
sebeplere bağlı kılmıştır. Böylelikle Yüce Allah sebeplere taalluk eden kalpler
ile rabblerin Rabbine tevekküI eden kalpleri birbirinden ayırt etsin. Sebebin,
tevekküle aykırı düşmediğine dair açıklamalar daha önceden geçmiş
bulunmaktadır. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Eğer siz Allah'a hakkı
ile tevekküI edecek olsaydınız, tıpkı sabahleyin kursağı boş ve aç gidip de
akşamleyin kursağını doldurmuş halde dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de
rızıklandırırdı." Bu hadisi Buharı riva yet etmiştir.
Hz. Peygamber bu hadisi
ile rızık talebi hususunda sabah gidip öğleden sonra çıkış ın gerçek tevekküle
aykırı düşmediğini haber vermektedir. İbnü'lArabi der ki: Fakat sufi şeyhler
derler ki: Kişi ancak itaatler hususunda sabah ve akşam yola koyulur. İşte asıl
rızkın gelmesini sağlayan sebep budur. Derler ki: Buna delil şu iki husustur:
Birincisi, Yüce Allah'ın: "Sen aile halkına namazı emret, kendin de ona
sabırla devam et. Senden rızık istemeyiz, sana rızkı Biz veririz" (Ta-Ha,
132) buyruğudur. İkincisi de, Yüce Allah'ın:
"Güzel söz
Onayükselir, onu da salih amelyükseltir" (Fatır, 10) buyruğudur. Yüce
Allah'ın rızkını, mahalli olan semadan inmesini sağlayan ancak yukarı doğru
yükselen şeydir. Bu da hoş zikir ve salih ameldir. Yoksa, yeryüzünde çalışıp
çabalamak değildir. Çünkü yeryüzünde rızık diye birşey yoktur. Sahih olan ise,
buyrukların zahirini kavrayan fukahaya göre sünnetin sağlamca ortaya koyduğu
husustur. O da dünyevi sebepler gereğince ekip biçmek, pazarlarda ticaret
yapmak, malların bakımı, geliştirilmesi, mahsul elde etmeyi sağlayan şekliyle
ziraatle uğraşmak gibi yollardır.
Ashab-ı kiram da
Peygamber (s.a.v.) aralarında bulunduğu halde bu şekilde hareket ederdi.
Ebu'l-Hasen b. Battal der ki: Şanı Yüce Allah kullarına kazandıkları şeylerin
hoş ve temiz olanlarından infak etmelerini bir çok ayeti kerime ile emretmiştir.
Ve şöyle buyurmuştur: "Kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve haddi aşmamak
şartıyla (yerse) onun üzerine günah yoktur'' (el-Bakara, 173) Bu buyruğuyla
darda kalan bir kimseye kazanmakla ve kendisi ile gıdalanmakla emretmiş olduğu
helal gıdayı bulamaması halinde, haram olan gıdayı ona helal kılmakta, semadan
üzerine yiyecek birşeylerin inmesini beklemesini emretmemektedir. Eğer gıdasını
sağlayacağı şeyleri aramak hususunda çalışıp çabalamayı terkedecek olursa, hiç
şüphesiz kendisinin katili olur.
Resulullah (s.a.v.) da
yiyecek birşey bulamadığından dolayı açlıktan kıvranır, bununla birlikte
üzerine gökten yiyecek birşey inmezdi. O, kendi aile halkı için bir yıllık
yiyeceklerini alıkoyardı. Allah fetihleri müesser kılıncaya kadar bu böyle
devam etti. Enes b. Malik'in rivayetine göre, bir adam Peygamber (s.a.v.)'ın
yanına deve ile gelerek, Ey Allah'ın Resulü diye sordu. Onu bağlayıp mı
tevekkül edeyim, yoksa serbest bırakıp mı tevekkül edeyim? Hz. Peygamber ona:
"Onu bağla ve öylece tevekkül et" diye cevap vermiştir.
Derim ki: Suffe ehli
mescidde oturup, ziraatle uğraşmayan, ticaret de yapmayan, kazançları olmayan,
malları bulunmayan fakir kimseler olduklarından dolayı bu görüşü savunanların
Suffe ehlini kendilerine delil gösterecekleri bir tarafları yoktur. Çünkü Suffe
ehli, beldelerin kendilerine dar gelmesi esnasında İslam'ın misafirleri idiler.
Bununla birlikte gündüzün odun toplar, Rasülullah (s.a.v.)'ın evine su taşır,
geceleyin Kur'an okur ve namaz da kılarlardı. Buhari ve başkaları onları bu şekilde
anlatmaktadır. Dolayısıyla onlar, rızkın sebeplerine yapışan kimselerdi. Hz.
Peygamber'e bir hediye geldi mi, onlarla beraber yerdi. Eğer gelen bir sadaka
ise, kendisi ona el sürmez, onlara verirdi. Fetihler çoğalıp İslam yayılınca da
-Ebu Hureyre ve başkaları gibi- Suffe'nin dışına çıktılar, emirlik, kumandanlık
yaptılar. Yerlerinde oturmadılar.
Diğer taraftan kendileri
vasıtasıyla rızkın talep edildiği sebepler (yollar) altı türlüdür denilmiştir:
1. Bunların en üstünü,
Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)'ın kazanç şeklidir. O şöyle buyurmuştur:
"Benim rızkım mızrağımın gölgesi altına yerleştirildi. Zillet ve
küçülmüşlük de emrime muhalefet olana yazıldı." Bu hadisi Tirmizi rivayet
etmiş ve sahih olduğunu ifade etmiştir. Yüce Allah, böylelikle Peygamberinin
rızkını -faziletli olması dolayısıyla- kendi kazancına bağlı kılmış ve özel
olarak ona kazanç türlerinin en faziletlisini ihsan etmiştir ki, bu da düşmana
galip gelmek ve onu yenik düşürmek suretiyle rızkı almak şeklidir. Çünkü bu
yol, en şerefli bir yoldur.
2. Kişinin kendi el
emeğinden yemesi: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kişinin yediği en hoş
şey, elinin emeğinden (yediği) dir. Ve şüphesiz Allah'ın Peygamberi Davud kendi
el emeğinden yerdi." Bu hadisi de Buhari rivayet etmiştir. Kur'an-ı Kerimde
de (Hz. Davud hakkında) şöyle buyurulmaktadır: "Biz ona sizin için giyecek
(zırh) yapmak sanatını öğrettık" (el-Enbiya, 80) Hz. İsa'nın da annesinin
eğirdiği yünün gelirinden yediği rivayet edilmektedir.
3. Ticaret. Bu da
ashab-ı kiramın çoğunun yaptığı işti. Özellikle de Muhacirlerin (Allah
hepsinden razı olsun). Kur'an-ı Kerim ticaretin önemine birden çok yerde
delalet etmektedir.
4. Ziraat ve ağaç
dikmek. Biz buna dair açıklamalarımızı el-Bakara Suresi'nde (205. ayetin
tefsirinde) açıklamış bulunuyoruz.
5. Kur'an okutmak,
Kur'an öğretmek ve Kur'an ile tedavi (rukye) buna dair açıklamalar da Fatiha
Suresi'nde (Fazileti ve İsimleri bölümü, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
6. Muhtaç düşmesi halinde
ödemek suretiyle borç almak. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kim
ödemek isteğiyle başkalarından mal alırsa Allah ona ödetir. Kim de o malı telef
etmek niyetiyle alırsa, Allah da onu telef eder." Bu hadisi Buhari, Ebu
Hureyre (r.a)'dan rivayet etmektedir.
7- Herşey Allah'ın
Dilemesiyle Olur:
"Allah
dilerse" buyruğu, rızkın çalışıp çabalamakla olmadığına, ancak Allah'ın
lütfuyla olduğuna delildir. Allah rızkı kulları arasında paylaştırır. Bu da
Yüce Allah'ın: "Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz
payettik" (ez-Zuhruf, 32) ayetinden açıkça anlaşılmaktadır .
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN